HOŞGELDİNİZ!

Merhaba, Benim Dünyama Hoşgeldiniz.

BENİM HAKKIMDA

MERHABA,

Benim Adım izzet 29 yaşındayım Online sitelerde satış yapmaktayım e-ticareti seviyorum :) ek hobi olarak blogger temaları yapıyorum amatör bir şekilde kendimi hergün dahada geliştirmeye özen gösteriyorum umarım yaptığım amatör blogları seversiniz

İlgi alanlarım , Film izlemek, Anime izlemektir. Alt yazı filmleri çok sıkla izlemeyi tercih ederim orjinal sesleri duymak daha güzel ANİME dünyasında ise başta one piece ve diğer animeler one piece benim için önemli bir seridir. 840 bölümden oluşan bu anime 1999 yılından bu zamana kadar devam etmiştir ve hala daha devam etmektedir. ortalama 25 dakikadır. Yan Resimde Geleceğin korsanlar kralını görebilirsiniz :=) Saygılar...

One Piece Monkey D. Luffy

PROJELERİM

Web Tasarım

Grafik Tasarımı

İçerik Yazma

BENİM YETENEKLERİM

Blogger Tasarım, HTML5 Kodları, Profesyonel Web Tasarım , Profesyonel Grafik Tasarım ve içerik yazma Sizin için özenle yapılmaktadır. temiz titiz tasarım sade güzel Grafikler akıcı içerik yazma konulara hakim olma...
  • Grafik Tasarım 90%
  • HTML5 CSS3 Kodlama 75%
  • WordPress Tasarım 66%
  • Blogger Tasarım 88%

Blog

Homofobi zihinsel hastalıkların bir göstergesi olabilir
Araştırmacılar homofobi ve psikolojik karekteristikler arasında bağlantı kurdu; homofobi, zihinsel hastalıkların bir göstergesi olabilir.
Homofobi- homoseksüel kadın ve erkeklere karşı heteroseksüel insanların gösterdiği irrasyonel toleranssızlık- her zaman önyargı ve nefret aracısı olarak yorumlanmıştır. Ancak güncel bir çalışma, homofobinin psikolojik problemlerle de bağlantılı olabileceğini gösteriyor. Bulgularını Journal of Sex Medicine dergisinde yayımlayan araştırmacılar, bazı savunma mekanizmalarıyla beraber çeşitli psikolojik özelliklerin homofobik davranışları besleyebileceğini keşfetti.
Çoğunlukla insanlarla karşılaşıp bir ilişki oluşturduğumuzda onlara karşı gösterdiğimiz psikolojik tepki pozitif ve negatif duygulardan oluşan bir spektrumda verilir. Örneğin bir kişiye güvenip güvenmediğimiz, veya onların yanında güvende hissedip hissetmediğimiz bir ilişkiyi ölçme yöntemleridir. Eğer bu duygular spektrumun negatif kısmına yakın kalıyorlarsa ve anksiyete üretiyorlarsa, bu ilişkilere karşı güvende hissetmek için savunma mekanizmaları üretiriz.
Italian Society of Andrology and Sexual Medicine topluluğunun başkanı Dr. Emmanuele A. Jannini altında çalışan araştırmacılar, savunma mekanizmalarının homofobi üzerindeki rollerini ortaya çıkarmak ve bazı psikolojik bozuklukların bu ayrımcılık çeşidiyle nasıl bağlı olduğunu anlamak için bu teorileri kullandılar.
Araştırmacılar, teorilerini test etmek için Italian University öğrencilerinden 18- 30 yaşları arasındaki 560 tanesiyle çalışmaya başladılar. Araştırmacılar öğrencilerin Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM-5) kriterlerine göre zihinsel sağlık durumlarını hesapladıktan sonra öğrencilere 3 anket verdiler. Biri homofobinin seviyelerini deşifre ediyordu, diğeri savunma mekanizmaları ve başa çıkma metodlarına mahsustu, bir diğeri ise psikopatolojik semptomları belirliyordu. Savunma mekanizmalarını içeren anket için araştırmacılar, rahatsız edici bir konuma sokulan katılımcıları değerlendirerek olgun bir tepki verip vermediklerini inceledi. Katılımcıların sonuçlarını değerlendiren araştırmacıların ilk keşfettikleri, homofobinin erkeklerde kadınlardan daha fazla bildirildiği oldu. Ayrıca homofobi gösteren bireylerin ‘çocukça’ savunma mekanizmaları kullandıklarını, yani rahatsız edici sosyal durumlarda daha problematik bir yaklaşım uyguladıklarını gözlemlediler.
Son olarak araştırmacılar homofobik bireylerde bazı psikolojik özelliklere işaret eden kanıtlar buldular; bu insanların, ileri seviyelerde şizofreni gibi psikotik hastalıklara yol açabilen psikotisizmi gösterme ihtimalleri homofobik olmayan insanlardan yüksekti. İleri olmayan seviyelerde psikotisizm, öfke ve saldırganlık gibi evrelerle kendini gösteriyor.
Diğer yandan, depresyon ile beraber daha nevrotik savunma mekanizmaları sergileyen katılımcılar homofobik eğilimlere sahip olma ihtimali daha düşük olan bireylerdi. Jannini, bunun homoseksüelliğin değil, homoseksüelliği bir problem olarak görenlerin sorun olduğunun bir başka kanıtı olduğunu düşünüyor.
Jannini ve ekibi, gelecekte önyargıyı engellemek için seksüelliğe mahsus olan ayrımcılığı anlamak adına bir adım daha atmayı umut ediyor.
Ciocca G, Jannini E, Lenzi A, et al. Psychoticism, Immature Defense Mechanisms and a Fearful Attachment Style are Associated with Higher Homophobic Attitude. Journal of Sexual Medicine. 2015.
Çok sıcak içecekler kanser riski taşıyabilir

Kahve içmenin kansere neden olduğu ile ilgili henüz herhangi kesin bir bilgi olmamakla birlikte Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni bir bildirimine göre çok sıcak içecekler kanserojen olabilir. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, (IARC) kahveyi daha önce muhtemel kanserojen grubuna sokmuştu fakat şimdi fikirleri değişmiş durumda.
Çarşamba günü yapılan en son açıklamalara göre kahvenin herhangi bir kanserojen etkisi olmadığına dair açıklamalar yapılmış; hatta bazı kanser türlerinin gelişimi üzerinde azaltıcı etkisi olduğu bile söylenmiş. Bununla birlikte, yine de, araştırmacılar 65c ve üzerindeki sıcaklıkta içilen herhangi bir içeceğin su-çay-kahve vb, yutak kanserinin nedenlerinden biri olabileceğine değinmiş.
Lyon merkezli bu Araştırma Derneği, bu sonuçlara, insan ve hayvanlar üzerinde yapılan tam 1000 adet bilimsel çalışmanın incelenmesi sonucu ulaşmış. Kahvenin kanserojen ya da kanserojen olmadığına dair herhangi kesin bir sonuca varılamamış.
IARC, daha önce, kahveyi, 2B klasmanı olan “Muhtemel kanserojen” sınıfına almıştı. Fare ve sıçanlarda yapılan bazı deneyler sonucunda, suyu da kapsayan çok yüksek ısılı içeceklerin tümör gelişimine neden olabileceği belirtilmiş. Yutak kanseri dünya üzerinde en çok görülen ve ölümlü kanserlerden olan 8. kanser olduğu bilinmektedir; 2012 kayıtlarına göre 400.000 kişi bu kanser türü yüzünden hayatını kaybetmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü Resmi Konuşmacısı Gregory Hartl, yüksek sıcaklıktaki çalışmaların insan ve hayvanlar üzerinde sınırlı olduğuna değinmiş ve daha çok araştırma yapılması gerektiğini belirtmiştir. İşin özü, sıcak içecekleri daha yavaş ve ilk sıcaklıklarında içmeyerek, biraz dinlenip soğumalarına izin vermekte.
Çöp DNA düşünüldüğü gibi gereksiz değil

ABD, Michigan Üniversitesi’nden araştırmacılar, çöp DNA da denilen uydu DNA’nın genomu bir arada tutmada işlevi olduğunu buldular. Peki, nedir bu ‘çöp DNA’?
Genetiğin ‘merkezi dogma’ olarak bilinen temel kuralına göre, DNA’dan RNA, RNA’dan protein kodlanıyor. Bu kuralın dışına çıkan ve protein kodlamayan DNA kısımlarının da şimdiye kadar gereksiz olduğu düşünülüyordu. Ayrıca, bu kısımlar tekrar eden dizilerden oluştuğu için genomu hasara açık hale getirdiği de genel kabul görüyordu. Bu sebeplerle de çöp anlamına gelen ‘junk DNA’ şeklinde tanımlanıyorlardı ve insan genomunun %98’inin bir hurdalık olması haliyle kafaları kurcalayan bir durumdu.
Günümüzde bu görüş hızla değişmekte. Son yıllardaki çalışmalar, protein kodlamayan DNA kısımlarının başka genlerin kodlanmasını kontrol ettiğini gösterdi. Bunu, bir RNA türü olan haberci RNA (Messenger RNA, mRNA) aracılığıyla yapıyorlar. Bunun benzeri çalışmalar devam etmekte.
Yeni bir araştırma bu terimi tamamen tarihe karıştırmaya yakın gibi gözüküyor. eLife dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, aslında çöp olmaktan çok uzak olan bu diziler, kromozomların hücre çekirdeği içinde birbirine tutunmasını sağlıyor; ki bu da hücre için hayati önem taşıyan bir durum. Bu işlevin farklı canlılar arasında korunduğu da bulgular arasında. Farklı türler arasında korunarak sonraki nesillere aktarılan özelliklerin canlılar için evrimsel önem taşıdığı ortak bir kanı.
Araştırma ekibinden Prof. Yukiko Yamashita da aynı şekilde düşünüyor. “Neden işimize yaramayan bir özelliği koruyalım?”
Bu sorunun peşinden giden araştırmacılar öncelikle hücrelerin uydu DNA’sı olmadan nasıl davranacağını görmek istemişler. Çalışmanın etapları ise şöyle: uydu DNA, tekrar eden uzun dizilerden meydana geldiği için kesip çıkartmak veya mutasyon yoluyla işlevsiz kılmak seçenekler arasında değil. Bu sebeple de bu diziye bağlanan D1 proteini hedef alınıyor. D1 proteini, çalışmada kullanılan model organizma olan meyve sineğinden (Drosophila melanogaster) çıkarıldıktan sonra üreme hücreleri olan gamet hücrelerinin öldüğü gözlemleniyor. Ölen hücrelerin, micro-nükleus (mikro-çekirdek) olarak isimlendirilen ve bir kısım DNA ile hücre çekirdeğinin dışında bir yapı oluşturması da oldukça ilgi çekici. Çünkü DNA’nın tamamı çekirdek içinde bulunmadığında hücre hayatta kalamıyor.
Araştırmacılara göre D1 proteini kromozomları çekirdekte bir arada tutmak amacıyla uydu DNA’ya bağlanıyor. D1 proteini bağlanmadığı takdirde de hücrenin sonu pek parlak olmuyor.
Yamashita, bunu bir çiçek buketi olarak düşünebileceğimizi söylüyor. Proteinin birçok bağlanma noktası olduğundan farklı kromozomları bir araya getirdiğini ve DNA parçalarının çekirdekten dışarı kaçmalarını önlediğinin altını çiziyor. Ekip, benzer deneyleri fare modelinde uygulamış ve aynı sonuçlara ulaşmış. Yamashita ve ekip arkadaşlarına göre uydu DNA sadece bu model organizmalarda değil, insanlarda da hayati önem taşıyan görevlere sahip.
Bakalım 70’lerin sonunda başlayan genom dizilimlerinin ortaya çıkardığı daha ne tür gizemler ve yanlış anlaşılmalar açığa kavuşacak. Görünüşe bakılırsa daha nice paradigma değişimleri bizi bekliyor ve bu oldukça heyecan verici.
Kaynaklar:
Grafenle güçlendirilmiş yeni pil 5 kat daha hızlı şarj oluyor

Samsung İleri Teknoloji Enstitüsü (SAIT), ”grafen topu” içeren yeni bir pil malzemesi tasarladı ve günümüzdeki lityum iyon pillerinden beş kat daha hızlı şarj etme kapasitesi sunuyor. Bu yeni malzeme teoride %100 şarj için sadece 12 dakikaya ihtiyaç duyuyor.
Kullanılan malzemenin grafen olması bizleri pek şaşırtmadı. İki boyutlu malzeme uzun zamandır benzersiz özelliklerinden ötürü harika malzeme olarak biliniyordu. Grafen diğer özelliklerinin yanı sıra kuvvetli, uzun zaman dayanabilir özelliğe sahip ve çok iletken bir madde.
Son In-hyuk liderliğindeki SAIT araştırmacıları, grafenin silika (SiO2) kullanarak 3D patlamış mısır benzeri bir şekilde yığınsal sentezini sağlayacak bir yol buldu. Bu sentezdeki grafen topu, lityum iyon pillerindeki anot koruyucu tabakalarına ve katot malzemelerine uygulandı.
Samsung’un yeni pil malzemesi pil teknolojisinde bir çığır açabilir, çoğu kişi böyle bir gelişmeyi bekliyordu, çünkü pil teknolojisi onlarca yıldır aynı kalmıştı.
Lityum iyon pilleri, akıllı telefonlardan akıllı araçlara ve elektrikli araçlara kadar pek çok cihazımıza güç veriyor. Piller aynı zamanda enerji ızgarasının yeniden görüntülenmesinde hayati bir rol oynuyor.
Artmış kapasite ile, daha hızlı şarj etme sürelerine günümüzün pillerinin ihtiyacı var. Daha hızlı şarj etmesinin yanı sıra, grafen toplarından imal edilmiş pillerin 60°C ‘de çok kararlı oldukları gösterildi.
In-hyuk, basın açıklamasında şöyle dedi: “Araştırmamız makul bir fiyata çok fonksiyonlu kompozit malzemenin yığınsal sentezine olanak tanıyor. Aynı zamanda, mobil cihazlar ve elektrikli araçların hızla geliştiği piyasaların oluşturduğu çevrede lityum iyon pillerinin yeteneklerini ciddi derecede artırdık. Bu eğilimler ışığında ikincil pil teknolojisini sürekli olarak keşfedip geliştirmeyi hedefliyoruz”.
Magnezyum piller lityum pillere göre daha güvenli ve verimli olabilir


Araştırmacılar, patlamadan daha fazla güç tutabilen pillere doğru bir adım daha attılar.
Daha güvenli, yoğun enerji sunan katı-hal şarj edilebilir piller için hala çok erken; ancak Joint Center for Energy Storage Research’teki bilim insanlarından oluşan bir ekip daha fazla kapasiteye sahip, alev almaz pil yapımı konusunda büyük ilerleme sağlayacak bir hızlı magnezyum-iyon katı-hal iletkeni keşfetti.
Piyasada satılan mevcut pillerde, bir sıvı elektrolit, elektrik yükünü katot ve anot arasında ileri ve geri yönler arasında taşıyor. Bu keşfin yapıldığı Berkeley Lab’a göre, patlamaya sebep olabilen de tam olarak bu kısım. Ekip lityum-iyon pillerden daha fazla yük tutabilen bir magnezyum pil üzerinde çalışıyordu; ama elverişli bir sıvı elektrolit bulamadı. Laboratuvarın kıdemli bilim insanı Gerbrand Ceder, “Magnezyum oldukça yeni bir teknoloji ve iyi herhangi bir sıvı elektrolite sahip değil” diyor ve ekliyor: “Biz de neden biraz daha ileri gidip bir katı-hal elektrolit yapmayalım diye düşündük.”
Araştırmacılar, lityum iyon pillerde bulunan elektrolitlerle karşılaştırılabilir iyon hareketliliğine sahip olan magnezyum skandiyum selenür spinel üzerinde karar kıldılar. Araştırma ekibi, yeni katı elektrolitin hareketliliğine ilişkin bilgisayar kaynakları ve deneysel doğrulama sağlayan MIT ve Argonne’den bilim insanlarını da içeriyordu.
Kaynak: engadget.com
Alüminyum pillerde iki yeni malzemeyle ilerleme yaşandı


Araştırmacılar alüminyum pillerin gelişmesinde temel ilerlemeleri yaşatabilecek iki yeni malzeme ortaya koydu.
Birincisi Advanced Science‘de yayınlandı ve pilin iletken kısımları için korozyona karşı dayanıklı malzemeyi içeriyordu; ikincisinde ise Advanced Materials‘da yayınlandı ve geniş bir teknik gereksinime uyacak şekilde, pilin pozitif kutbu için yeni bir malzeme geliştirildiği duyuruldu.
Güneş ve rüzgâr enerjisinden giderek artan miktarda enerji geliyor, ancak güneşin parlamadığı ve rüzgârın esmediği zamanlarda bile enejiye ihtiyaç var. Hafifliklerinden ötürü elektro-hareketlilik için mevcut lityum iyon pilleri ideal olsa da, bunlar oldukça pahalılar ve dolayısıyla ekonomik, büyük ölçekli ve sabit güç saklama birimleri için uygun değiller. Bunun da ötesinde, lityum nispeten nadir bulunan bir metal ve çıkarılması zor – alüminyum, magnezyum ve sodyum böyle değil. Bu üç elementin birine dayalı piller geleceğin sabit güç depolama birimleri için ümit vaadediyor. Ancak böyle piller henüz araştırma aşamasında ve endüstriyel kullanıma girmemiş.
Alüminyum pillerdeki elektrolit akışkan son derece aşındırıcı ve paslanmaz çeliğe zarar veriyor – altın ve platin dâhil – bilim insanları bu pillerin iletken kısmını oluşturacak korozyona dayanıklı malzemeler arıyor.
Maksym Kovalenko, ETH Zurich’te işlevsel anorganik malzemeler bölümünde profesör olarak çalışıyor ve çalışma arkadaşları ile beraber yeteri kadar yüksek iletkenlik gösteren titanyum nitrür isimli bir malzemede aradığı özellikleri buldu. Kovalenko, “Bu bileşik son derece bol olan titanyum ve azot elementlerinden oluşuyor ve üretimi kolay” diyor.
Bilim insanları, laboratuar ortamında titanyum nitrürden oluşmuş iletken kısım içeren alüminyum pilleri başarıyla ürettiler. Malzeme ince film şeklinde kolaylıkla üretilebiliyor, ayrıca polimer folyo gibi, diğer malzemelerin üzerine kaplanabiliyor.
Kovalenko, yaygın bir metalden iletkenleri üretmek ve bunları titanyum nitrürle kaplamanın veya iletken titanyum nitrür ile kaplanmış plastik kalıpları basmanın mümkün olabileceğini söylüyor.
Kovalenko, ayrıca şunları söylüyor: “Titanyum nitrürün potansiyel uygulama alanları yalnızca alüminyum pilleri ile sınırlı değil. Bu malzeme diğer pillerde de kullanılabilir, bunlar arasında magnezyum veya sodyum veya yüksek voltajlı lityum iyon pilleri yer alabilir”.
İkinci yeni malzeme ise alüminyum pillerin pozitif elektrodunda (kutbunda) kullanılabiliyor. Bu pillerde negatif elektrot alüminyumdan yapılırken, pozitif elektrot genellikle grafit oluyor.
Şimdi, Kovalenko ve arkadaşları, pilin depolayabileceği enerji miktarı bakımından grafitle yarışabilecek yeni bir malzemeyi bulmuş durumdalar. İlgilendikleri malzeme polipiren, zincirsi (polimerik) bir moleküler yapıya sahip olan bir hidrokarbon.
Deneylerde, malzemeden alınan örnek, özellikle moleküler zincirlerin dağınık bir şekilde iç içe geçtiği halde ideal durumu oluşturuyor. Kovalenko, şöyle diyor: “Moleküler zincirler arasında çok boşluk var. Bu da elektrolit sıvısının nispeten büyük iyonlarının elektrot malzemesine nüfuz edip onu iyonlaştırmasına izin veriyor”.
Polipiren içeren elektrotların avantajlarından biri, bunun bilim insanlarına gözeneklilik gibi özellikler üzerinde değişiklik yapma fırsatı vermesi. Malzeme dolayısıyla özel uygulamaya mükemmel uyum sağlayabiliyor. Kovalenko, şöyle diyor: “Şu ana kadar kullanılan grafit bir mineraldir. Kimya mühendisliği bakımından bunun değiştirilmesi olanaksız”.
Titanyum nitrür ve polipiren esnek malzemeler olduğu için, araştırmacılar bunların “cep pilleri” (esnek bir film içine kapatılmış piller) için kullanılabileceğini düşünüyor.
Kaynak: futurity.org

İLETİŞİM